29 Eylül 2016 Perşembe

OSMANLI DEVLETİ BARBAR MIYDI ?

                                                           
Osmanlı imparatorluğunun şefkat,  merhamet  ve hamilik üzerine tesis edilmiş olduğuna dair o kadar çok aktarılmış nakli deliller olmakla ile birlikte bir kaide ile bu durumu ispatlamak istersek;

Tahripten hikmet çıkmaz.
Tarih bize kıyım yapan, bozan, uğradığı her yeri dağıtan , sömüren toplumları aktardığında görüyoruz ki bu topraklardan ilmi , ahlaki veya insanlığın faydasına mal olabilecek hiçbir unsur görmemekteyiz.

12 ve 13. asırda hüküm süren MOĞOLLAR adeta dünyanın başına bela olmuş , orduları ile hiçbir ahlaki, insani değerleri hesaba katmadan vahşice katliamlar yapmışlar bununla birlikte islam âlemine ve medeniyetine çok zarar vermişler .Yapılan   tahribâtla, altı yüz yıllık mîmârî eserleri, kütüphâneleri, târihin kıymetli vesikalarını, mektepleri, rasathâneleri yıkmışlar. Moğollar dünya tarihinde kanlı bir yer edinerek  insanlığa  bakan hiçbir katkı sağlamamışlardır.  

Yakup (as) dönemi  ile bilrlikte dünya sahnesine giren İSRAİL toplumu , gösterdiği aşırı hırsları ve dünyaya hakim olma arzuları ile  nsanlığa kan ve nefretten başka hiçbir değer kazandırmamışlardır.

17. yüzyılın sonlarına doğru kurulan AMERİKA,  dünyada sözü geçen güçlü bir ülke olması ile birlikte dünyayı sömürmüş, fitne ve oyunlarla kaos ortamına sürüklemiş ve sözde barışı getirme hezeyanları ile dünyayı kana bulamıştır. Dünyaya ve insanlığa hiçbir katkısı olmamıştır.

13. asırda doğan ve 600 yıl hüküm süren, kayı beyliği ile başlayıp  OSMANLI İMPARATORLUĞU ile dünya sultanlığına uzanan yolculuğunda manevi  değerlerle birlikte matematikten, astronomiye , mimarlıktan coğrafyaya yüzlerce bilim ve ilim insanları yaptıkları güzide çalışmalarla dünyaya ve insanlığa büyük değerler kazandırmışlar .Her biri söylemleri ile düşünce ve duygu dünyamıza derin izler bırakmışlardır. Bunlarda bazıları;
Mevlana , Yunus Emre – Tasavvuf
Ali Kuşcu , Matrakçı Nasuh, Mirim Çelebi ,  -  Matematik
Takuyiddin- Astronomi
Akşemseddin , Razi , İbn Sina ve İbn Baytar- Tıp
Matrahçı Nasuh , Piri Reis- Coğrafya

Netice itibari ile bu meyveleri yetiştiren bir ağaç taşlanamaz. Böyle nice yüksek fikir adamlarını yetiştiren bir toplum barbarlıkla itham edilemez.

27 Eylül 2016 Salı

ALLAHIN VARLIĞINA DELİL VARMI ? (1)



Bütün fiiller, kendisini oluşturan bir failin varlığına işaret eder. 

Kağıt üzerine çizilmiş bir harf, bizlere o harfi çizen birinin varlığından haber verecektir. Bir sergi salonuna girdiğinizde gördüğünüz eserler size bunları yapan bir sanatkarın varlığından haber verecektir.

Kainatın varlığı, düzeni ve devam eden canlılığı bizlere bunları yapan , kontrol eden sınırları olmayan, mutlak bir varlığın vücudunu iki kere iki dört eder derecesinde ispat etmektedir.

20 Eylül 2016 Salı

                                        

KADERİN HALİ VE VİCDANİ OLMASI NEDEMEKTİR ?

Kader ve cüz-i ihtiyari meselesi; ölçü miktar, zaman, geçmiş ve gelecek  bilgisini içeren ilmi, nazari ve teorik bazı bazı bilgiler bütününden ibaret bir kavram değildir. Kader ve cüz-i ihtiyari insanın şu anki bulunduğu halini ifade eden ve vicdanen hissedilen imanın önemli rükünlarından biridir.

İmanın esasları içerisine girmiş bu mesele, müminin bütün tercih kavşaklarında kullanması gereken bir duygu halidir. Herşeyi takdir edenin Allah olduğu bilgisi ile yaşayan mümin kendini, fillerini hatta her şeyini cenabı hakka vere vere sonucunda mesuliyetten kurtulmaması için “cüzi ihtiyari” karşısına çıkarak tercihlerinden sorumlu olduğu ikazını yapar. Seçme, değerlendirme duyguları ile kendisinden kaynaklanan iyilikler ve güzellikleri sahiplenmeye başladığında “kader” ona haddini bildirir ve takdir edenin kendisi olamayacağı hissini yaşattırır.

Netice itibari ile kader bilgisi bir duygu halidir ve insan bu hali her tercihinde hisseder.

18 Eylül 2016 Pazar



ŞEYTANLAR NEDEN YARATILDI ?

Rahman ve Rahim isimleri ile tanıdığımız cenabı hak şeytanların insanlarla uğraşmasına ve verdikleri telkinlerle insanların günahlara sevk olunmalarına, netice olarak cehennem gibi bir tehlike ile karşılaşmalarına nasıl izin vermektedir ?

Cenab ı Hak Rahman ve Rahim isimlerine sahip olmakla birlikte hakim ve adil isimleri ile de tanınmaktadır. Şeytanların yaratılışında bahsi geçen çok cüzi şerlerle beraber büyük maksatlara bakan çok hayırlar saklıdır.
Şeytanların varlığı ve telkinleri insanın kemalatına temas etmektedir. Bu kainatın var oluşunun temel gayelerinden biriside insanın terakki etmesi kendini geliştirmesidir. İnsan mahiyet, öz, kabiliyet ve yetenekleri itibari ile tıpkı bir çekirdek gibidir. Çekirdek bir ağaç haline gelip meyve verinceye kadar binlerce aşamalardan geçmektedir. İnsanın istidatları ve yetenekleri zerreden ta güneşe ve tüm kainata kadar uzanabilecek ilişki kurabilecek bir niteliğe sahiptir.  Fakat bu istidat toprağın altındaki çekirdek gibi onu hareketlendirecek bir sebep istemektedir. İşte tam bu noktada şeytanının telkinleri devreye girmektedir. Her an  hayır ve şer tercihi arasında sıkışan ve o zor tercihten sıyrılarak hayrı tercih eden insan yükselmekte ,şerri tercih eden ise alçalmaktadır. Her tercih arenası , insanın yükselişi için bir merdiven görevi ifa etmektedir. Harika işler yapabilme potansiyeline sahip insan melek gibi aynı düzeyde kalması hikmetsiz olacağı da ayrı bir gerçeklik iken insanın gelişimine vesile olacak olan şeytanın var olması zaruri haline gelmektedir.

Kainatın yaratılış maksadı olması yönü ile baktığımızda , insanın kamil bir noktaya ulaşması çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Ekser insaların şeytanın tuzaklarına kapılıp kendini kıymetsizleştirmeleri  bu gayeyi noksanlaştırmaz. İnsanlığın içerisinden bu maksada uygun bir kişi bile çıksa diğer bütün kayıpları telafi etmektedir. Örnek olarak bir tarlaya bin çekirdek atılsa bunlarda on tanesi ağaç olsa diğerleri toprak altından heba olsa zarar sayılmaz . Kemalata ulaşan o adam ,insanlığın şerefini kurtaracak ve kainattan maksat hasıl olmuş olacaktır. İnsanlığın içerisinden çıkan peygamberler evliyalar ve salih kullar bu meseleye örnek teşkil etmektedir.

13 Eylül 2016 Salı

                                      

ABADİLE NE DEMEKTİR?

Kelime Manası "Abdullahlar" demektir. AbullahlarSahabiler içerisinde 300 kadar Abdullah isimli Sahabe bulunmaktadır. İçerisinde ilim ve fıkhi yönleriyle iştihar bulmuş 7 sahabe  bulunmaktadır. Bunlar islam aleminde Abadile i Seba olarak bilinmektedir. Abadile’nin çeşitli görüş, düşünce ve fetvaları özellikle hadis tefsir ve fıkıh alanlarında  yer bulmuştur. Abadile ‘nin arasında  Abdullah ibni Amr ibni'l-Âs ve meşhur Yahudi alimlerinden olup daha sonra en evvel İslâma gelen Abdullah ibni Selâm Efendimiz hz Muhame de Tevrat tan işaret eden bazı ayetleri ortaya çıkarmışlardır. Bu sahabeler içerisinde en son vefat edeni, (692-93) yılında seksen beş veya seksen yedi yaşında vefat eden Abdullah b. Ömer’dir.  Abadile-i Seba’nın İsimleri şöyledir.

Abdullah ibn Ömer
Abdullah ibn Abbas
Abdullah ibn Mes’ud
Abdullah ibn Ravaha
Abdullah ibn Selam
Abdullah ibn Amr İbni’l-As.
Abdullah ibn Ebi Evfa


7 Eylül 2016 Çarşamba


KURAN TAHRİF EDİLMİŞ MİDİR ?

Peygamber efendimiz (as) ın gösterdiği en büyük mucizesi Kuranı Kerimdir. Mucize herhangi bir meselede yaratıcının kullarını aciz bırakıp o meselede insanın sınırlarını hızlı bir şekilde anlamasına yardımcı olmasıdır. Mucizeler toplumdan topluma değişiklik arz etmektedir.  İsa (as) ın toplumuna tıp ilminin çok ilerde olduğu görülmektedir. Öyleyse tıpta çok ileri noktalara eriştiğini belki o konuda ilahlaştığını hissetmeye başlayan bir topluma gösterilecek  mucize , ölüleri diriltmek olacaktır. O gün Kuranı Kerimin nazil olduğu topluma baktığımızda yazı bilmeyen ümmi bir toplum görüyoruz. Toplum tarihi değerlerini , güzel misalleri ve kültüre değerleri geleceğe aktarma ihtiyacını şiirsel konuşarak karşılıyor. Güçlü hafızalara sahip olmaları ile bu değerler nesilde nesile böyle aktarılıyor . Haliyle toplumda bu ihtiyaçla en önemli iştigal şiir oluyor. Az sözle çok şey anlatan ve şiirle yaşayan bir toplum için güzel söz övünülesi bir vasıf oluyor. En iyi şiirler ve şairler kutsileştiriliyor. Bütün dünyaya ve bütün zamanlara kendini tanıttıracak olan Kuranı Kerim nazil olduğu  toplum içerisinde kendini icazı ile  tanıtıyor. Yüce Allah Kuran’da şiirden münezzeh öyle bir anlatım kullanıyor ki. Mekke' nin en usta belagatcıları ayetleri işittiğinde insan iradesinin üzerinde bir anlatım olduğu itiraf ediyorlardı.
Bir gün bedevi Arap ediplerinden biri,
 "Artık emir olunduğun şeyi açıkla ve müşriklerden de yüz çevir,"[1] ayetini duyunca, kendisinden geçercesine secdeye kapanmıştı. Şairin secdeye kapıldığını duyan Arap müşrikler nefret saçan bakışlarla adamın üzerine vardılar ve öfkeyle bağırırlar:
"Sen de mi Müslüman oldun?"
"Hayır," diye cevap verdi, bedevi şair, fakat mahcup ama meczup bir eda ile cevap verir:
"Ben sadece bu ayetin belâgatine (söz güzelliğine) secde ettim."[2]

Kur'anı Kerim icazı ile kendini zamana karşı korumaktadır. "Eğer kulumuza (Muhammed'e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin)." [2] buyurarak inanmayanları fikri mücadeleye çağıran ve misil getirilemeyeceği iddiasında Kuranı Kerim ayetlerinde müdahaleyi engelleyecek bir yapı görünmektedir. Müdahale edildiğinde veya alternatif bir cümle, kelime veya harf getirme eyleminde bulunulduğunda, bozulan ve ifadelerin yerini tutmayan veya bir özellik görülmektedir. 
Kuran 1400 yıldır inanmayanların karşısında bir engel olmuş. Mekke döneminden bu yana fikri bir mücadelede bulunulamadığından siyasi veya fikri bir çok yolu deneyebilecek kadar zeki olan inkar edenler ya savaşla veya farklı fitnelerle İslamı yıkmaya çalışmışlar.  Şüphe yok ki eğer tahrif etmeye veya bozmaya  bir ihtimal bulunsa idi bu gün Kuranı  Kerimin yüzlerce farklı isimde benzeri ve bu bozuk kitaplara tabi olan binlerce insan bulunulacaktı. 
[1] Hicr Sûresi, 94

[2]  Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, 1/78; Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 350
[3] Bakara 23

3 Eylül 2016 Cumartesi

HAYVANI NATIK GİBİ
 (BİR MAHİYETİ MÜCEREDENİN)
KÜÇÜK VE BÜYÜK EFRADINA
NİSBETİ BİRDİR NE DEMEKTİR 
 Konuşan hayvan tabiri mücerret bir mahiyettir. Genel bir tanımlamadır, vücut bulmuş , gözle görünen,  müşahhas bir hayvanı veya insanı ifade etmez . Ne olduğundan ve içeriğinden bahis eder.  Hayvan-ı natık tabiri havada uçtuğunu gördüğümüz bir kuş için de geçerli iken binlerce kuş içinde aynı tabiri kullanabiliriz. Mahiyet, iç, öz soyut bir kavram olduğu için sınırsız sayıda varlığa nispet edilebilir. Örneğin inek ifadesi bir ineğe işaret etmek için kullanırken  milyarlarca inek içinde aynı inek ifadesi kullanılabilir.

Bu meselede ilahi kudretin bir özelliği anlatılmaktadır. İnsanların  ve diğer yaratılanların kudretlerinde  sınırlılık özellikleri görmekteyiz. Eşyanın mülk diye tabir edilen görünen yüzünde zıtlıklar bulunmaktadır; azlık çokluk, ağırlık hafiflik, küçüklük büyüklük ve zaman gibi daha  bir çok  özellikler canlıların kudretini sınırlandırmaktadır. Örnek olarak  bu kanunla insana bir elmayı kaldırmak kolay gelirken binlerce elmayı kaldırmak imkansız hale gelmektedir. Fakat sınırsız , mutlak , maddeden mücerret ve diğer bütün varlıkların kısıtlı özelliklerinden sıyrılmış olan yaratıcının kudreti bu saydığımız sınırlılık özelliklerine bağlı kalmamaktadır. Onun için bir ile bin aynı mesafede kalmakta zaman kısıtlamasına takılmamakta ve eşyanın en küçük cüzüne kadar ulaşmaktadır.


Örneğin balıklara baktığımızda iğne gibi küçük bir yapıya sahip olması veya balina gibi büyük bir yapıda olması balık olma özelliğini kayıp ettirmiyor Kudret-i ezeli küçüğüne de büyüğünede balık olma özelliğini takmış  suda yaşamasını sağlamaktadır.

22 Ağustos 2016 Pazartesi


HERŞEYİ BİR YARATAN VARSA ALLAHI KİM YARATMIŞTIR

Bu tarz sorular yanlış bir yaratıcı tasavvurunun ürünüdür. Yaratılan varlıklar olarak kabul ettiğimiz ,sınırlı özellikleri olan insan, kendi cinsinden olmayan sınırsız bir varlığın zatını düşünmeye başladığında bir çok problemlerle karşılaşmaktadır. Çünkü kurguladığı her şey sınırlı bir düzlemde kalacağı için bu konuda yaptığı tüm tanımlamalarda yanlış olacaktır. Mesela doğuştan gözleri görmeyen birinin renkleri anlaması mümkün olmayacak ve o kişinin renkler hakkında tasavvur ettiği her şey yetersiz olacaktır
                                

Bu soru kendi içinde  kendini hükümsüz kılmaktadır. Yaratıcı özelliği olan fakat yaratılmaya muhtaç olan bir varlığın olması düşünülemez . Aynı zamanda yaratılmaya muhtaç olan bir varlığın yaratıcı özelliğinin olması mümkün değildir. Öyleyse "her şeyi bir yaratan varsa Allahı kim yarattı" sorusu abestir.
Yaratıcı varlığı tam olarak tanımlamanın imkansızlığıyla birlikte ifade edeceksek, o bu yönü itibari ile düşündüğümüze , doğmamış aynı zamanda doğurma özelliği olan bir varlığa muhtaç değildir. Mesela tren vagonları ile önde giden lokomotifi düşündüğümüzde ; lokomotifin önünde ona bağlı başka bir mekaniğin olmadığını , arkasından gelen vagonlardan ayrı özelliklere sahip bir mekanizma olduğunu, trende lokomotifin varlığının olmazsa olmaz olduğunu diğer vagonlar olmasa da trenin gideceğini bilmekteyiz. Misalden yaratıcı ile yaratılanların durumunu düşündüğümüzde ; kainatta yaratıcının ezeli olduğunu zamana bağlı olmadığını , öncesi ve sonrasının olmadığını , onu yaratan veya doğuran bir varlığın olamayacağını vücudunun zaruri olduğunu eşi ve ortağı olamadığını ,  görmekteyiz. Yaratılan tüm diğer varlıkların  ise mümkün sınıfında olduğunu , bir başlangıç ve sonlarının olduğunu ve olmaları ile olmamalarının eşit olduğunu görmekteyiz.

.  

20 Ağustos 2016 Cumartesi



CENNETTE CİSMİMİZLE OLACAKMIYIZ ?

Kuran Kerimin bir çok ayetinde  ehli iman için vaad edilen cennet alemi bilinmeyen bir boyut olması sebebiyle bazı sorulara kapı açmaktadır. Bunlardan biriside;
Acılara , hastalıklara karşın zaafları olan , sabit kalmayarak devamlı olarak tükenen , kusurlu ve noksan olan insan cismi , ebedi bir hayatta var olması hangi sebebe bina edilmiştir.
Evren içerisinde insan cismi bütün kainatın unsurlarını, içerisinde toplaması ile birlikte cenabı hakkın bütün isimlerinin üzerinde yansımasına , ilahi sanatlara ayinadar olmasına ve tüm kainat ile kurduğu ilişkilerle yaratıcı yı anlamasına zemin hazırlamaktadır. Mesela insan, cismindeki dünyada bulunan yüz binlerce farklı yemeğin ve içeceğin tatlarını ayıran ve ölçen bir dil uzvunun varlığı ile rahmet hazinelerini tanımaktadır. Numune olan aslını anlatır sırrınca dünya hayatındaki cismin vazifeleri ve konumu bize cennetteki varlığının zaruri olduğunu ifade etmektedir.

Netice itibari ile bu dünyada pek çok ibadete , hadsiz lezzete ve acıya medar olan cisim elbette cennette ruha arkadaşlık ederek cennetten faydalanacaktır.

1 Mayıs 2016 Pazar

Kader ve Tercih Hakkının Hikmeti Nedir ?



                                        

Üzerinde çok konuşulan fakat  ne olduklarını tam anlayamadığımız  "kader" ve "insanın tercih hakkı"  İslamın ve imanın önemli şartları arasında bulunmaktadır. Peki kimilerine göre lüzumsuz görülen veya inkar edilen  kader meselesinin İslam dininde ki yeri ve insana temas eden noktası nedir. ?

Kader ve tercih hakkı İslamın ve  imanın hudutlarını göstermektedir.İki meselede insanı iki denge arasında tutmaktadır. Bu iki mesele ilmi, ölçülebilen ve deneysel kavramlardan  ziyade vicdanen hissedilen imanın bölümlerindendir.Mesela cezayı gerektiren kötü bir fiile meyil edildiğinde insanın karşısına   gerçekte vücudu olmayan ölçülemeyen fakat  aklen, kalben ve vicdanen varlığını hissettiği devlet kanunları ortaya çıkar; "Bu fiili yapma yoksa ceza yiyeceksin" der ve insana bir sınır belirler.Kader ve tercih hakkı,  bu görünmeyen kanunlar gibi insanın güvenli bir alanda kalmasını sağlamaktadır.

Mümin  bütün fiillerini  ve nefsini cenabı hakka vere vere son noktada yaptığı kirli işlerin
sorumluluğundan kurtulmaması için "tercih hakkı" karşısına çıkar ona sen bu yaptığın fiilden sorum-mlusun der. Aynı zamanda  vesile olduğu iyilikler ile gururlanmaması için her fiile kudretiyle temas eden kader karşısına çıkar; "haddini bil iyiliği yapan sen değilsin , sadece küçük bir tercihin var " der
İşte kader nefsi gururdan , tercih hakkımız ise mesuliyetten kaçmaktan kurtarmaktadır. Bu iki ölçü bir tarafta insanı firavunlaşma yolunda önüne set çekmekte bir tarafta da günahlara rahatlıkla hiç bir mesuliyet kaygısı taşımadan günah işlemesine mani olmaktadır.Bu iki duygunun canlı kalması insanı devamlı güvenli bir alanda kalmasına vesile olmaktadır.